19 Kasım 2018

Biyobenzerler ve Türk İlaç Sektörü

Yakından takip edenlerimizin bildiği üzere, 2018 Nobel Kimya Ödülü’nün sahipleri 3 Ekim tarihinde açıklandı. “Kimya” alanında verilen bu ödülü almaya evrimsel “biyoloji”nin teorik temelleri üzerine çalışmalar yapan üç bilim insanı layık görüldü. Bu ödül biyoloji ile kimyanın bazı alanları arasındaki sınırları kaldırması ve disiplinler arası uygulamalara yönelik olması açısından oldukça önemli… Nitekim ödülü alan üç akademisyenden biri biyolog, biri biyokimyager diğeri ise kimya mühendisi… Bu durum geleceği şekillendirecek buluşların artık tek bir disiplinden değil kimya, biyoloji ve teknoloji gibi birçok disiplinden bilim insanının bir araya gelmesiyle yahut bilim insanlarının multidisipliner çalışmalar yapmasıyla ortaya çıkacağının işaretini veriyor.

Modern kimya 18. yüzyılın sonunda doğarken, modern biyolojinin gelişim ivmesini yakalaması 100-150 yıl sonraya denk geldi. Bilgisayar teknolojisinin hızını yakalaması ise 20. yüzyılın sonlarını buldu. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın en dikkat çekici konularından biri ise moleküler biyoloji ve biyoteknoloji… Biyoteknolojik ilaçların ortaya çıkışı ise çok eskilere dayanmıyor: 1980’ler… İçinde bulunduğumuz dönemde artık ilk biyoteknolojik ilaçların patent ve koruma süreleri yavaş yavaş dolmaya başladı, yani biyobenzer ilaçlar açısından oldukça önemli bir süreçteyiz…

Hepimizin bildiği üzere konvansiyonel ilaçlar kimyasal sentez ürünleriyken, biyoteknolojik ilaçlar organizmalardan ve canlı hücrelerden/sistemlerden biyolojik yöntemlerle elde ediliyor. Biyoteknolojik ilaçların temelini peptid ve proteinlerin oluşturması sebebiyle bunlar konvansiyonel ilaçlara kıyasla daha yüksek molekül ağırlığına sahip ve yapıları da daha kompleks. Bu itibarla bu ilaçların üretimi büyük bir uzmanlık ve maddi güç gerektiriyor. Biyobenzerler ise kalite, güvenlilik, etkililik gibi çeşitli açılardan biyoteknolojik ilaçlara denkliği ispat edilmiş ilaçlara verilen isim. Konvansiyonel ilaçlarda “orijinal/referans ilaç” ve “jenerik/eşdeğer ilaç” olarak tanımladığımız kavramlar; söz konusu biyolojik/biyoteknolojik ilaçlar olduğunda yerini “referans biyoteknolojik ilaç” ve “biyobenzer” ilaç kavramlarına bırakıyor. Zira canlı organizmalardan geliştirilen bu ürünler birebir aynı olamayacağı için, biyoteknolojik ilaçlarda, “eşdeğer” ibaresi yerine “biyobenzer” ifadesi daha uygun bir kullanım. Bu noktada her ne kadar etimolojik olarak bir benzerlik varmış gibi görünse de eşdeğer/jenerik ilaçların ruhsatlandırılması sürecinde ispatlanması gereken “biyoeşdeğerlik” kavramının doğrudan bu konuyla ilgili bir ibare olmadığının da altını çizelim.
Biyobenzerler, etkin madde olarak temelde referans biyoteknolojik ilaçlarla aynı biyolojik maddeye sahip olmakla birlikte kompleks yapıları ve zorlu üretim yöntemleri sebebiyle farklılıklar da gösterebilmektedirler. Bu farklılıklar referans biyoteknolojik ilaca nazaran olumsuz bir farklılık olabileceği gibi zaman zaman olumlu farklılıklar da ortaya çıkabilmektedir. Her ne olursa olsun onay süreci esnasında biyobenzer ve referans biyoteknolojik ilacın arasındaki farklılık ve değişkenliklerin ilacın etkinliği ve güvenliliğini olumsuz yönde etkilemiyor olduğunun ispat edilmesi gerekmektedir.

Çağımızın geldiği noktada pek çok hastalık artık biyoteknolojik ürünlerle tedavi edilir duruma geldi. Bu hastalıklar arasında kanser, diyabet, romatoid artrit, hemofili, hepatit, büyüme geriliği, multipl skleroz ve akut miyokard enfarktüsü gibi oldukça önemli hastalıklar var. Bu itibarla bu alandaki faaliyetler büyük önem arz ediyor. Ancak bu tip tedaviler oldukça maliyetli ve ekonomiye de büyük bir yük getiriyor. Biyobenzerlerse sağlık masraflarını azaltma ve temel tedavilere hasta erişimini artırma potansiyeli vaad ediyor.

Referans ilaca etkin biyolojik madde anlamında yüksek derecede benzer olan ancak ürünle özdeş olmayan, üretilebilmesi için klinik araştırmalar da dahil tüm araştırmaların yapılması gereken ve zaman zaman da olsa referanslarıyla aynı yan etkileri göstermediği saptanan biyobenzer ürünlerin uzun dönem güvenlilik verilerinin bulunmaması elbette ki sağlık otoriterinin bu ilaçları inceleme altına almasına ve bu alanda çeşitli düzenlemeler yapmasına sebep oldu.

Bu noktada Avrupa Birliği biyobenzer ilaçların onaylanması konusunda ilk yasal düzenlemeyi yapan bölge oldu. Öncesinde de birtakım çalışmalar yapılmış olmakla beraber esasen “benzer biyolojik tıbbi ürün” kavramı ilk defa 2001 senesinde 2001/83/EC numaralı Direktif’in içine girdi. Direktif’teki düzenlemeler bizim mevzuatımızdaki yerini de 2005 tarihinde “Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği” (“Ruhsatlandırma Yönetmeliği”) ile almış, akabinde 2008 senesinde ülkemizde “Biyobenzer Tıbbi Ürünlere İlişkin Kılavuz” hazırlanarak yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz 2008 tarihli bu düzenlemesiyle, Avrupa İlaç Kurumu’nun (“EMA”) 2005 yılında yayınladığı “Benzer Biyolojik Tıbbi Ürünler Kılavuzu”ndan sonra biyobenzerler konusunda açık ve doğrudan düzenlemeyi yapan ülkeler arasında ilk sıralardadır. 2009 yılında Dünya Sağlık Örgütü biyobenzer ilaçların güvenlilik, etkililik ve kalitesine dair genel standartları belirledikten sonra bu genel kriterler çerçevesinde diğer ülkeler de hızla regülasyonlarını hazırlamışlardır.

Ülkemizde, biyobenzer ürünlerin ruhsatlandırma işlemleri Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (“TİTCK”), İlaç Ruhsatlandırma Dairesi, Biyolojik ve Biyoteknolojik Ürünler Birimi tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu işlemler sırasında Ruhsatlandırma Yönetmeliği’nin ekinde yer alan “Özel Ruhsat Dosyaları ve Şartları” Başlıklı BÖLÜM II’nin “Benzer Biyolojik Tıbbi Farmasötik Ürünler”e ilişkin 4. başlığıyla 2008 tarihli “Biyobenzer Tıbbi Ürünlere İlişkin Kılavuz” dikkate alınmaktadır.

Geçtiğimiz sene 31.01.2017 tarihinde TİTCK “Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği Taslağı”nı internet sitesi üzerinden yayınlamıştır. Anılan Taslak’ta yürürlükteki Ruhsatlandırma Yönetmeliği’nin aksine “biyobenzer ürün”ün tanımı yapılmıştır. Buna göre biyobenzer ürün “Ruhsatlı bir referans biyolojik tıbbi ürüne benzerlik gösteren beşeri tıbbi ürünü” ifade etmektedir. Biyobenzer ürünlere “kısaltılmış başvuru türleri” içinde de yer verilmiş jenerik tıbbi ürün tanımındaki koşulları karşılayamayan biyobenzer tıbbi ürün için ilgili uygun preklinik testlerin veya klinik çalışmaların sonuçlarının sunulmasının gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca yine Yönetmelik’in ekinde yer alan BÖLÜM II’de “Biyobenzer Tıbbi Ürünler” ifadeli 4. başlık’ta biyobenzerler düzenleme altına alınmıştır. Anılan başlık yürürlükteki ek ile aynı doğrultudadır.

Bu Taslak’a ilaveten, TİTCK aynı yılın Mayıs ayında “Biyobenzer Tıbbi Ürünler Hakkında Kılavuz Taslağı”nı da yayınladı. Mevzuat Taslaklarının hazırlığı TİTCK’nin da bu konuya verdiği ehemmiyeti gözler önüne seriyor.

Biyobenzer ilaçlar 2010 yılında Türkiye Biyoteknolojik İlaç Pazarı’nda biyoteknolojik ilaçlar içerisinde neredeyse hiç yer almazken, 2017’de değerde %4,6, kutuda %16,2 oranında pay almıştır[1]. Halihazırda Türkiye ilaç pazarındaki ithal ürünlerin %30’unun biyoteknolojik ilaçlar olduğu; multidisipliner çalışmalar sayesinde biyoteknolojik ilaçlar alanındaki gelişmelerin hız kazandığı ve yakın zamanda birçok orijinal biyolojik ilacın patent sürelerinin dolacağı ve bu alana olan ilginin artacağı göz önünde bulundurulduğunda kısa zamanda meydana gelen bu artışın yakın dönemde katlanarak büyüyeceği de açıktır. Bu itibarla konunun Türk ilaç sektörünün gündemini daha fazla meşgul etmeye başlayacağı da kuşkusuzdur.

Deniz Merve Ersoy Pınar, Workshop Dergi, Eylül-Ekim 2018 Sayısı, s.32-33.

Tags: , , , , , ,